Beklemek mi bekler beni, ben mi beklerim kendimi yoksa senleşen benliğim mi kendim sandığım...
Sandığa sakladığım ölünce açılan gizli düş'lerimsin. Düşler benim düş'ürürsem ürperir ruhumu teslim ederim...
Kahraman'ı olmayan kahramanlaşmak isteyen hayatın olaysal sesli bir notasıdır beklemek.
Ben kim miyim bunu kendime bende defalarca sordum. Kimliğim kim üzerine kurulu bir sistemde, belirlemem gereken statüydü. Bulmuşumdur belki, belki de halen arıyorumdur. Duygularım kan revan içerisinde yüzmeyi bilmeyen nefes almaya çalışan çocuk misali kurtarıcımı bekliyorumdur. Bulmuşumdur belki, belki de halen arıyorumdur. Ormanda kaybolmuş, ceylana rastlamış kocaman gözlerle bakışan birbirinden başka birşey görmeyen sadece gözlerin konuştuğu, konuşmayı bilmeyen çocuk misali. Kaybolmuşumdur belki, belkide bulmuşumdur. Hayat standartları değişen iki insanın çocukça konuşması birinin bekleyen olması ve bekleyeninde bulduğunu düşünmesi. Çocuk muydu! büyümüştü belki, belki de hiç küçülmemişti...
Gökyüzüne sığdıramadık nefesimizi, ölmüşmüydük yoksa öldürülmüştüm belki, belki de hiç yaşamamışımdır.
Uçsuz bucaksız uzakların maviliğin şeffaflılığını içimize sindiği kadardı belki gökyüzü. Ve denizler martıların kanat uçlarında ki esintiye nefes vermek icin solarlar belki de gökyüzünü...
Belki yanılıyorumdur, belki de hiç var olmadılar. Bilmiyorum.. Belkilerle iş yürümez onu biliyorum.
Beklemek ile yalnızlık arasında ki ince çizgiyi keşfeden, yalnızlıkta da huzurun varlığına şahit olan sıradanımsı bir insan olmak ile olmamak arasında statüye nefes veren benliğimi oluşturacaktım bu yolda.
Beklemeli bir yolda, ben bekledim hatta çok bekledim yorulmuştum çünkü; içim bana ağır geliyordu artık. Dağların birbirine girmesi gibi ağır bir çarpışma, yüreği deprem, sarsılmalar, gözyaşı... Kimi beklediğini, neye benzediğini, sesini, kokusunu, nefesini bilmeden sadece beklemek. "Beklentiler yaralar." diyordu Sheakspear. Yaralı-mıydım bilmiyorum, yoldaydım. Yoluma daha vardı, yaralı olmamalıydım hedefime daha vardı, olmamalıydım gitmeliydim yürümeliydim koşmalıydım ama yaralı olmamalıydım.
Bilgilerim bunlarla kısıtlı olmazken dini değerlerine bağlı bir ailenin dini değerlerine sadık dindar tarifin içinden farklı evrenler oluşturan biriyim. Evrenler büyük, dünya küçük kalbine sığdıracakların evrenlerden büyük. Yine iyi yazdım büyük bir yazar olabilirim.
Büyük bir şey başaracağım inanıyordum. Belki dünyayı bu kadar kötü hale getiren gizli örgütlerin, istihbarat örgütlerinin serverlarına veri tabanlarına sızıp oluşturdukları ve bu kadar kötü hale getirdikleri dünyayı kendilerini kendi silahlarıyla yenebilirdim hack ile ya da kendi bulduğun özel yöntem ile... Sonra CIA, FBI, MOSSAD bir olmuş evimizin etrafında FBI, CIA yazılı çelik yelekli bir sürü adam elleri son seviye silahlarla, adamlar yetmezmiş gibi helikopterlerle evimizi çevrelemiş olacak ki silahların ucu bizim evi gösterecekti.. "Dünyadan bana dünyadan bana.." yine dalmıştım.
Yine ne oldu da daldım. "Neredeyim ben?"
Etrafıma bakarken, tamam anlaşılan sıkılmışım yine ama burası orası mı? Olabilir mi. Nasıl olur da fark edemedim. Parlayan ay parçası gibi pürüzsüz yanaklar, o ten ve o dudaklar, burun ve gözlerin muhteşem uyumu.. bir de gülmüyor mu. Böyle daha ne kadar aptalca bakacaktım "ama çok güzel değil mi yaa!" hoşlanıyorum çok hemde nasıl anlatmam gerektiğini de bilmiyordum.
Sınıfta oturduğu sıra kutsal sayılırdı alamazdım gözlerimi. Geç gelmişti bugün hocanın anlattıkları beni onsuz hayallere maceralara sürükledi, şimdiki de hayal değil, değil mi?
Bir ses "oğlum, oğlum kendine gel dünyadan oğluma.." anneler de olmasa ne yapardık. Yine hayal ama nasıl olur hayal içinde hayal mi...
Olanlar artık daha rahatsız edici, kalemim çizebildiği kadar karartıyor, ama silinmesin izi kalsın istiyorum..
Gerçeklik karmaşıklaşıyor bu kompleks yapının için de çözümleme yapmak gerçeklik kavramımı değiştirebilir. Daha kontrollü olmalıyım ama önce gerçeklik içerisinde miyim onu öğrenmeliyim.
Sonra gözlerini açtığında kendini küçük sayılacak ve bir okadar mutevazi bir kulubede buldu. Etrafına bakarken duvarların tahta ve taştan birbirine girmiş, otantik eserleri aratmayan yapısıyla, duvarın şaheserliği karşısında gözlerini alamadı. Uzandığı koltukta üzerinde ince ve sıcak hissettiren bir polar vardı. Başını kaldırdı biraz sağa sonra sola baktı nerdeyim der gibi.. Derken hep hayalinde olan ve sıcaklığını hissettiği o eşşiz yapısıyla şömineden kırmızımsı turuncuya kaçan renkleriyle ateşin dansının ruhu ısıtışını taa içinden hissetti. Şöminenin etrafına tahta ve taştan olan o sanatsal duvar ile daha da muazzam duran kitaplığı farkettiğinde kendinde olmadığını ve başına neler geldiğini düşünmüş, nerede olduğu konusunda ki merakı çok şiddetli bir şekilde daha da artmıştı. Üzerindeki poları kaldırmaya çalıştığında tüm kasları ağrıyor gibiydi. Yavaş yavaş kalkarak etrafında ki güzelliğini izlemeye başladı. Sanki gözleri bir şeyleri, birilerini arıyordu. Durdu ve düşünmeye başladı yoksa bu hep hayalini kurduğu kulubenin taa kendisi miydi?. Bu güzellikleri hissetmek öyle hoşuna gitmiş ve öyle iyi hissettirmişti ki, bu duyguların derinlerini yaşamak arzusu içinde kavruluyordu. Şömineye yaklaştı önce ruhunun ısınmasına izin verdi. Üstünde ki ağırlığı bırakıp hafifliği hissetmek çok hoşuna gitmişti. Ona bunun tadını daha da nasıl çıkaracağım diye düşüncesinin varlığı, onun bu düşüncesini uygulamaya yöneltiyordu. Düşünmekten vazgeçmesi gerekiyordu tadını çıkarmak istiyordu. Şöminenin sıcaklığı ruhunu aydınlatıp ısıtıyor, kitaplığın sanatsal mimarisi şömine ile uyumu göz dolduruyorken, kitaplıkta ki kitapların dizilişiyle, kapak fotoğraflarında ki tanıtım yazılarına, yazarların isimleri ve kitapların isimlerine bakınmaya başlamıştı da çoktan..
En sevdiği yazarlardan birinin kitabını aldı. Geride duran şömineye bakan iki sandalyeden birinde oturdu, ortada duran sehpa da sade ve en sevdiği rengiyle kupada kahve kokusunun burnundan beyin hücrelerine kadar etki ederken, kupanın ağzından sıcaklığın buharını görmesi kendisini daha da mest etmişti. Birisi birileri herşeyi onun için öyle muazzam öyle detaylı düzenlemiş hazırlamış dizmişti ki kendini cennetinde olduğunu bile düşünmüştü.
Kupanın en sevdiği renkte olması kahveyi onun için daha cazip ve içilesi bir hale büründürmüştü. Her halde benim içindir düşüncesinden sonra kupayı parmaklarının, avucunun arasına alarak önce kokusunu içine çekti. Bir yudum aldığında daha önceden böyle güzel bir kahve içmişmiydi hatırlamıyordu, tadı çok güzeldi. Kahvesini yudumlarken kitaba bakınıyordu, aynı zamanda gözleri pencereden içeri giren ışığıyla dışarının güzelliği de merakını katlıyordu. Ayağa kalktı bardağı elinde, küçük adımlarla zeminin tahtadan yapılmış, hissettiren dokunuşlarıyla az biraz da tahtanın çıkardığı az da olsa gıcırdama sesi ile ilerledi pencereye doğru. Perdeyi kenara yavaşça çekti gözlerine inanamıyordu bu mümkün değil, olamazdı. Bu güzellik bu, bu.. bu nasıl olurdu. Heyecan ve sevinç ile göğsünün genişlediğini hissediyor nefes alıp vermesi değişmişti. Kalp atış hızı hızlanmıştı.
Ve içeriden bir ses..
-"Uyandın mı?"
Sesi öyle güzel, öyle neşeli, öyle huzurluydu ki; o anda donakalmıştı.
"Merhaba" diyen sese baktığında ağlamak ve sarılmak istiyordu hüngür hüngür kollarında, sonra "öyle çok özlüyorum ki her yerde seni arıyordum." deyip gözlerine bakarak ben de demesini bekliyordu. Uzun bir süre sadece sarıldılar. Sadece birbirine temas eden göğüslerinin içinde çırpınan duyguları ve çakan şimşekleri yarıştırıyorlardı Sen sen nasıl dedi Bir an kısık bir sesle durdu sonra başını tekrar boynuna yerleştirdi ve derin derin koklamaya devam etti bir cennet diliyor olsaydı kokusu böyle olsun isterdi Bir annenin uzun bir süre hasret kaldığı yavrusuna bu şekilde sarılabilir miydi Emin değildi hasret ve Özlem duyguları ile geçen sürede çok yorulmuş hissediyordu ama şimdi sarılırken içinde biriken tüm ağırlık ağızda dağılan pamuk şeker gibi azalıyordu saçları arasında gezen yumuşak parmakları ilk hatırladı ve gibi ve sıcak dokunuşlar yapan öpücükleri ile mest oluyor kendinden geçiyordu Rüya olmadığını dile de içinden ama önce seni de hatırlamıyordu saçlarında gezen parmakları arasında bir an saçı bir şeye sıkışmış irkilir gibi oldu canı yanlıştı başını kaldırdı eline eline aldı sol elinin serçe parmağında alyansı yeni fark ediyordu kendi parmaklarına baktı sonra parmaklarında yüzük yoktu nişan ya da evlilik yüzüğü ise kendisi ile değil de diye düşündü iyice düşmüş ilişkin bir şekilde onun yüzüne baktı mahcup pişman ve bir o kadar üzgün bir ifade ile karşılaştı şaşkınlık var içinde ne yapacağını bilemedi en son hatırladığım kadarıyla birbirlerini çok seviyorken daha sonra uzun bir süre ondan haber alamadığı ydı şimdi buraya nasıl geldiğini bile hatırlamıyordu üzerinde omuzları örten dantelli tül kaplamalı, göğsünden dizlerine kadar beyaz bir saten, onun üstüne ayak bileğine kadar tül benzeri ince bir elbise vardı.
Bir melek gibi onu tamamlamıştı sanki mavi gözleri cidden sarıya kaçan saçlarıyla cennetten çıkıp gelmiş gibi parmağında yüzük ile duruyordu gözlerinde birkaç damla yaş akmaya başladı ellerinden tutup yüze bakıyordu hala hiçbir şey söylememişti farkındaydı ama sanki sessizlikte boyunca hep konuşuyorlardı. Bir an omzumda bir sızı hissetti ağrıyan tarafa baktı başka bir el ve elinde enjektör ile iğneyi koluna batırmış başa dönmeye başlamış kendini dengede tutmak daha zorlanıyordu bir şeyler söylemeye çalışıyor ama baş aramıyordum avazı çıktığı kadar bağırışlar vardı içinde sanki ses tellerini sökmüşler de dilini kesmişler de ağzını dikmişler sesi çıkmasın diye Bulanık ulaşmış bakışlarıyla kimseyi göremeden gözleri kararmış de ardından kendinden geçti ve yere yığıldı. ne kitapların güzelliği şöminenin güzelliği ne de ev dışarıdaki muhteşem manzaranın güzelliği kalmamıştı sadece gördüğü o karanlıkta yığılıp kalmıştı bir edanın zorluğu kalmıştı içinde sevginin güzelliği ile beraber acımasızlığını da en yakından takmıştı bir hoşçakalın ne kadar değerli olduğunu görmüştü Kursağına tıkanmış boğulmak çarpinisligi vardı içinde bir bela'nın özgürlüğünü istiyordu sadece bir hoşça kal hasretliği... Göğsünde suskunluğu perçinlenmiş bir canavar vardı. Uzunca bir düşten sonra bir şeyler anımsıyor du karanlıkta bir söz yağılırken insanın yaratılışını andıran bir mucize iki kelime duymuştu çok derinlerden gelen iki kelime içinde en değerli hazine yi barındıran kasanın şifresi gibi iki kelime HOŞÇA KAL kısık sessiz ve derinden.. ...hoşça kal.
Kendine geldiğinde büyük bir hazine sonuçlanmış çöküş içerisinde gözlerini açtı vücudunda tonlarca ağırlık altında ezilmişlik hissi vardı. Acı hiç bu kadar acıtmamıştı. hala bir yok oluşun boşluğunda hissediyordu şu an neredeydi ve ne haldeydi gözleri bulanıklığı gidince yanında annesini kendine bakıyor halde gördü etrafına detaylı bakmaya çalışırken Annesi Annem ne oldu sana iyi misin Bir yerin acıyor mu Annesi telaşlar içinde endişe ile sorular sormaya devam ediyor ellerinden sıkı bir şekilde tutmuş gözlerine bakıyordu o ise hala nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu annesi anlamış olmalı ki soru sormaktan vazgeçip Evet hastaneye kaldırılmış sın kimin getirdiğini bilmiyoruz bayılmış olmalısın dediklerine göre seni getiren kişi nereyi olmuşsun bir anda korkmuş ve seni hastaneye getirmiş olduğunu söylediler Doktorun dediğine göre de korkulacak bir şey yokmuş Annem iyisin değil mi hadi anlat ne oldu sana Onda bile hala bazı parçalar tam oturuyordu annesinin gözlerine baktı ve sadece Bilmiyorum dedi Başını öbür tarafa çevirdi daha sonra annesi elini ellerinin arasına alıp öperek karşılıklı sustular. Ama anlamıyordu neler oluyordu böyle kalbindeki sızıyı hala hissediyordu bu yaşadıklarını gerçek yapıyordu diye düşündü sarıldığını hatırlıyordu yüzüğü de ve o muazzam gözlerini de bir an önce dışarı çıkmak istiyordu hangi şehirdeydi ve hangi tarihteydi öğrenme lady sormak istiyordu ama akli dengesini kaybetmiş ya da şizofren gözüyle bakılmasını istemiyordu silik Bir düş göründü gözüne hatırladığı çok önemli bir şeydi hala inanamıyordu gülmeye başladı önce. Sonra yavaş yavaş sesi yükseliyordu artık haykırarak gülüyordu annesi korku içinde ona bakıyor dürterek kendine gelmesini istiyordu keşfin içinde kaybolduğunu hatırlıyordu artık bilim ve teknoloji hiç bu kadar ileride olmamıştı herkes yapay zekanın gelişmesini sağlarken o tersini başarmıştı insan bilincini sanal ortama nakletmek yaşadıklarına şimdi iyi anlam veriyordu aksi halde her şeyi nasıl istediği gibi olabilirdi ki EĞER DİLİYOR OLSAYDI CENNETİ BÖYLE OLSUN İSTERDİ bu cümleyi çok iyi hatırlıyordu.
Ve sonunda kapıdan ah dostum iyisin diyen 80'lerden kalma gözlük takmış bakımlı ve şık giyinmiş bir adam girdi beni hatırlıyor musun dedi yaşadığının onun üzerinde oluşturduğu yan etkiyi biliyordu. Bilince uygulanan ağır Duygu hasara neden olmuş olabilirdi sanal ben gerçekliği ayırt edememek gerçek insanlar için anlaşılması zor bir durumdu ve bu insanların ona bakışlarını değiştirirdi. bilinmeyenleri bilmek farklı davranmaya gerektiriyordu ve insanlar farklı olduğu için farklı davranıyordu. Taşlar yerine oturuyordum kendi oluşturduğu dünyada var olduğu dünyadan ayırt edemiyorum. Birkaç yıl önce üniversite yıllarını hatırladı yaptığı projeler ve başarıya giden yolda hayallerine tutunduğu zamanı... - BİRKAÇ YIL ÖNCE-
yazılıyor
"...Beklentiler daima yaralar." *Shakespeare
"Bir güzellik yap kendine, sadece sahip olduklarını düşün, mutlu ol onlarla.." *Paul Auster
Pencerene sığdığı kadardır gökyüzü 🎈,
görebildigince vardır uçsuz bucaksız uzaklar.
Ve gözlerinin görebildiği kadar maviliklerin şeffaflığı içine sindiği denizler…
Martıların kanat uçlarındaki hafif esintili hoş ruzgar sana da sesleniyorum pencerem açık görüyorum seni,
özgürlük misali maviliğin güneşle parıldayan gözlerde oluşturduğu bir kanat ucu kadar hafif…
Gökyüzü!, martılar! görebiliyorum , denizler sizi de görebiliyorum ve daha nice güzel şeyler içime açtığın küçük pencereden tapınağıma giren ışığa sunduğum düşlerimsiniz.
Ve görebiliyorum hayallerimi adadığım düşlerim, siz benimsiniz..
#kendikalemimden
Hep çalıştım çokça terledim
İlerliyor, aydınlık olacak derdim.
Meğersem kuyuymuş
Karanlık hep ondan
Uzaktandı güzel herşey
Bilmezdim uzak olan bendim.
Kuyuydu kaldığım.
Yalnız, ıssız ve karanlık..
Olamadı kimse aydınlık..
Baktım gözlerimle göğe,
Daracıktı gördüğüm
Bir kuyunun dibindeyim.
Olmam gereken neydi?
Bu muydu hak ettiğim?
Durdum düşündüm.
Bir sağ elime baktım.
Bir sol elime..
Aman Allahım!
Karanlıkta görebiliyordum
Olmam gereken neydi?
Bilirdim kuyuda ki Yusuf’u
Ben olamam bilirdim.
Ne köle ne sahip..
Doğruldum karanlık kuyuda
Açtım ellerimi
Ya huda, ya huda!
Dardayım daracık kör kuyuda..
Oldum peygamber Yusuf sana
Kuyunun dibindeki uykuda..
Duy sesimi
Ya huda, ya huda!
...
.....
....
..
Yüreğindeki parmaklıkları sök, dikişlerin söküğünü at
Yükünü bırak, kanatlarını tak içindeki kelebekleri serbest bırak
Sonra
Yüzündeki tebessüme güzel gözlerine sar beni
Ellerini aç sor beni, kirpiklerin gözlerini serbest bıraksın
Ayaklarının düğümü çözülsün yolunu bana açsın.
...
..
Camii önüne bırakılmış kundaktaki bebek ağlaması,
Yavrusu ölen anne haykırışı,
Fırtınada ki dalganın kayaya bağırması...
Yıldırımın sessizliği,
...
...
...
...
...
...
...
...
...
..
Çocuk olup koşmak var simdi..
Bir köpük balonun peşinden..
Bir kelebeğin kanadından..
...
...
...
...
yazılıyor..